Bugünün Cadıları Üzerine Bir Deneme

Bugünün Cadıları Üzerine Bir Deneme

İçindekiler

Hepinize merhaba. Ben Hazal Louze. Mona Chollet’nin kaleme aldığı ve Türkiye’de İletişim Yayınları‘ndan çıkan Bugünün Cadıları Kadınların Yenilmez Gücü isimli eserin çevirmeniyim.

Kadinvs.com sitesi benden kitabı anlatacak bir yazı yazmamı istediğinde düşündüm: Her şeyden önce neden bu kitabı seçmiştim editörüm iki seçenek sunduğunda? Beni en çok yakalayan yönleri neydi? Çeviriyi tamamlayıp gönderdiğimdeki hislerim peki? Bu kitabı neden okumanız gerekiyor? Bu kitabın neden özel bir eser olduğunu ve kendimle nasıl birçok ortak nokta bulduğumu madde madde Bugünün Cadıları Üzerine Bir Deneme ile anlatmak istiyorum.

Bugünün Cadıları Kadınların Yenilmez Gücü Üzerine Deneme

1) Bugünün Cadıları –Avrupa’ya Bakışı Değiştiren Bir Eser

Avrupa’yı, Avrupalılaşmayı, medeni olmayı eş anlamlı terimler olarak benimsememize sebep olan ezberleri bozuyor Mona Chollet. Okul kitaplarıyla yetinip ileri düzeyde tarih ve sosyoloji kaynaklarını okumayanlar için bir fener işlevi görüyor. Orta Çağ’ı “tü kaka” olarak görmeye devam edip bunun sebebini hiç sorgulamayanlarda tokat etkisi yaratıyor. Kadınların tüm meslek dallarından silinip eve kapatıldığı dönemin Orta Çağ’a değil bugünkü Avrupa’nın temellerinin atıldığı Rönesans dönemine denk geldiğini öğreniyorsunuz. Yazarın yaptığı araştırmalar ne kadar etkileyici ise okurlarıyla paylaştığı veriler de bir o kadar çarpıcı. Kitabın giriş bölümünü okuduktan sonra insan sormadan edemiyor: Avrupa’nın birçok açıdan en az 400 sene gerisinden gelen bir ülkenin nihai amacı Avrupalılaşmak ise o ülkede gerçekleşen, vicdana, akla sığması mümkün olmayan kadın cinayetlerinin sebebi “Avrupa gibi olmaya çalışmak” olabilir mi?

Kadınları öldürerek, sindirerek, eve kapatarak, kamusal alandan yok ederek, erkek hükmü altına alarak yükselen ve kadına sadece son 100 yıldır değer vermeye başlayan Avrupa’ya özenmek ne kadar doğru? 10 yıllık çevirmenlik mesleğimdeki en önemli işimin bu kitap olmasını istememin sebebi işte böyle ezberleri bozan, güçlü bir eser olmasıydı.

2) İlerleyen Yaş ve Beyaz Saç Sorunsalı

 “Herkes ölümden korkar” diyemesek de kimsenin ölüme yaklaşmaya hevesli olmadığını söyleyebiliriz. Bu, bir kaza ile ölüme yaklaşmak olabileceği gibi yaş gereği ölüme yaklaşmayı da kapsıyor. Ama bir şekilde eril zihniyet ölüme yaş gereği yaklaşmayı, “pörsümeyi”, “sarkmayı”, “saçların beyazlamasını”, “kırışmayı” kadınlar için utanç haline getiriyor. Bundan daha fenası ise kadınlar bu oyuna düşüyorlar. Sadece erkekler değil kadınlar da hemcinslerine yaşlanmama baskısı uyguluyor. Halbuki onca yılı boşa geçirmeyen, kendini okuyarak dolduran, çalışarak ışıldatan, üreterek ölümsüzleştiren kadın yaşlanmaktan, doğurganlığını kaybetmekten ve yaşlanmanın fiziği üzerindeki sonuçlarından gocunmaz. Kendini aşırı boyutlarda gerdirtmez, estetik sektörüne parasını kaptırmaz. Çünkü o, birikimlerinin verdiği güce yaslanır. Kimse onu dış görünümü yüzünden kompleks sahibi yapamaz. Kadınların eril zihniyetin yaşlanmayı durdurma dayatmasına iç zenginliğine yatırım yaparak karşı çıkması gerekiyor. Kitabın yaş sorunsalı ile ilgili kısmını okuduğunuzda artık bu gidişata dur deme vaktinin geldiğini göreceksiniz. 

Saçını boyama dayatmasına karşı duranlar da seçimlerinde rahat bırakılmıyorlar. İnsan elbette aynadaki görünümünden sıkılıp değişim arzulayabilir ama bu eril zihniyetin hoşuna gitmek için olmamalı. Beyazların çoğalmasından hoşlanan kişi ise onların verdiği bilge görünümü ve yılların birikimi olan hayat tecrübesini kutsuyor demektir. Birikimleriyle kendini güçlendiren kadın beyazlarına ataerkil toplumun ve genel geçer güzellik anlayışlarının gözüyle değil kendi gözleriyle bakmaya başlar ve hissettiği rahatsızlık azalarak biter.Bunları söylemek kolay dediğinizi duyar gibiyim halbuki ben doğallığa dair içi boş laflar etmiyorum.

Yıllarca saçına yapılmadık işlem bıraktırmayan biri olarak 2011 yılında içsel bir yolculuğa çıktım. En güzel halimin en doğal halim olduğu sonucuna vardığımdan beri saçımı ve dahi kaşımı kendi rengiyle kullanıyorum. Kendimi olduğum gibi sevmeyi öğrendiğim için manevi yönden kuvvetlendim. Kuaförlere para kaptırmaya son vermem ise bu içsel yolculuğun maddi sonucu oldu ve bundan da çok memnunum. Beyazlarım çıkmaya başladığında ise tamamen beyazlanmasını beklerken iki renk dolaşmak istemediğim için tümünü bizzat beyaza boyayacağım. Zamana karşı kaybedeceğim kesin olan bir yarışa girmektense kendimi teslim etme fikri hoşuma gidiyor; üstümden çok büyük bir yükün kalktığını hissediyorum. Bunlar elbette sadece benim görüşlerim kimseye dayatamam (buna niyetim de yok) ama üstüne düşünülmeye değer bir alternatif olduğuna eminim. Kısacası; ister manevi bir yolculuk ister ataerkil güzellik dayatmalarına karşı çıkmak yoluyla veya başka bir şekilde her kadının kendini olduğu gibi sevmeye başlamasının mümkün olduğuna inanıyorum.

3) Sağlık Sistemi Hakkında Anlatılanlar %100 Doğru

Kitabın bu bölümünde asıl anlatılmak istenen şey eski dönemlerde şifacı ve ebe kadınların cadı iftirasıyla yakılmasıdır. Çünkü onlar doğum yaptırdıkları gibi kürtaj olmak isteyen kadınlara da yardım ediyorlardı. Modern tıp ise şifacı ve ebe kadınların yöntemlerini değil bilimi esas almış ve onları elemek istemiştir. İlaç endüstrisi ise sağlığımızı değil; hep daha çok para kazanmayı gözetmektedir. Peki, yeni bir tıp anlayışı geliştirildi de eskisinden daha mı iyi oldu? Şüpheli! Belki şimdi olsa o kadınlara güvenip sağlığımı teslim etmek istemezdim ancak tıbbın şu anki durumunun da çok iç açıcı olduğunu söyleyemeyiz.

Bu bölümde öyle tanıklıklar var ki sanki Mona Chollet benimle röportaj yapmış gibi dehşete kapıldım. Kelimesi kelimesine katılıyorum. Hele doğum hikayesini anlatan bir kadının “beni hastanede neredeyse öldürüyorlardı” sözünü görünce kendi hastane deneyimim gözlerimin önünde canlandı. Ben 2017’de Fransa’ya temelli yerleştim. O günden bugüne bu ülkedeki sağlık sisteminin ne kadar kötü olduğunu gördüğüm birçok deneyim yaşadım. Bu deneyimlerin en büyüğünü ise hamileliğim süresince ve kızımın doğumu ile edindim. Beni doğumda neredeyse öldürüyorlardı! Eğer Türkiye’de yaşayan, sağlık alanı başta olmak üzere ülkesindeki birçok konudaki sorunlardan şikayet eden ve Batı’ya özenen biriyseniz burada (Fransa özelinde konuşalım) yaşama deneyiminiz olmadan pek bir şey söylememenizi tavsiye ederim. İnanın ben de böyleydim; hep yurt dışına hayranlık duyardım şimdi her sağlık sorunum olduğunda memleketime dönmek istiyorum. 

4)Bugünün Cadıları ve Anne Olma Meselesi

Sanırım kitapta kendimle en çok bağ kurduğum bölüm buydu. Çünkü kızım bu kitabı çevirmeye başladığımda 4, bitirdiğimde 9 aylıktı ve ben zor bir adaptasyon sürecinin tam ortasındaydım. Hem üretmeye devam etmek hem kadın kimliğimi unutmamak hem de anne olmak durumundaydım. Benim kitapta kendimle özdeşleştirdiğim sayfalar kendimi yeni düzenime alışmaya çalışırken benzer çırpınmaları yaşayan kadınların tecrübelerini okuduğum sayfalardı. Hayatı boyunca evlenmeyi de anne olmayı da istememiş biri olarak ben de aynı onlar gibi anneliğe ısınmakta çok zorlandım. Kızımı çok seviyorum ama annelikten pek haz etmiyorum çünkü çocuğun bakımından disiplinine, derslerine kadar anneliğin birçok etabı eğlenceli değil. İşte bu yüzden kitapta benim gibi kadınlardan bahsedildiğini gördüğümde yalnız olmadığımı gördüm. Ancak şunu belirtmem gerekir ki kitapta anne olmaktan pişman olduğunu aleni bir şekilde ifade eden kadınlardan ziyade ben bu zorluklardan artık memnun olduğumu görüyorum. Yaşadığım zorluklar, yorgunluklar beni güçlendirmeye yaradı, sorumluluk bilincim arttı.

5) Kendimi Hep “Cadı” Olarak Hissettiğim İçin Bu Kitap Benim İçin Özel

Kitap WITCH isimli örgütün şu sözüyle başlıyor: “WITCH’e üye olmak zorunda değilsiniz. Eğer bir kadınsanız ve iç bakışa cesaretiniz varsa siz de bir cadısınızdır.” Tek kelimeyle harika! Kendinizi feminist olarak tanımlamanın, feminist düşüncelere sahip olmanın, feminist örgütlerde saf almanın cadı olmak için insana katkısı çok çok küçük. Ben, örneğin, bu özelliklerin hiçbirisine sahip değilim (feminizmde kafama yatmayan birçok unsur olmasının yanı sıra etiketlenmeleri sevmediğim için kendime feminist demeyi reddediyorum). Ama kendimi hep cadı olarak gördüm ve de hep cadı olarak hissettirildim. Evet, eski çağlarda şifacılara ve ebelere cadı deniyordu Bugünün Cadıları ise sorgulayan kadınlardır. Eğer sivriliyorsanız, haliniz tavrınız ve düşüncelerinizle kalabalıktan ayrışıyorsanız, kalıpları reddediyorsanız, ataerkil baskıcı babaya ve sizi kontrol altına almak isteyen sevgililere karşı koyuyorsanız siz bir cadısınız.

İçe bakışım çocukluğumdan itibaren başladı, ölene kadar da devam edecek. Kendimi ailemin istediği şekilden çok uzakta bir şekilde sil baştan inşa ettim. Dışa bakışım bundan da şiddetliydi. Ezberleri hep reddettim bu pahalıya mal oldu ama verdiği üzüntüyü kayıp değil kazanç olarak gördüm. Çünkü yaradılışa karşı koymam mümkün değil. Bunu istemedim de zaten! Tabiatınız isyankarsa “ergenliktir geçer” diyenlerin haksız çıkmasını zevkle izliyorsunuz. Çünkü 15’inizde, 25’inizde hep aynısınız. Biliyorum ki ben 35’imde, 45’imde, 75’imde de böyle olacağım. Hiçbir zaman dışlanmaktan korkmadım; hani bir şarkı sözü vardır ya “Ben yoldan gönüllü çıktım memnunum buna ben” işte o hesap!

Zaten siz hiçbir yere ait hissetmeyince dışlanmış olmuyorsunuz. Yani sadece ailem için değil yaşıtlarım için de makbul değildim. Birçoğunda bana samimiyetsiz gelen şeyler vardı. Kadının kendi soyadını kullanmasını destek verenlere “ama o da babasının yani yine bir erkeğin soyadı” dediğimde anlam veremeyenler, erkekler yapınca “çapkın”, kadın yapınca “kaşar” diyenler her sene ne hikmetse 8 Mart yürüyüşlerinde eksik kalmadılar. Ve çoğu hemcinsimiz! Unutmayın: “aman arkadaş grubundan dışlanırım aman yalnız kalırım, şu düşüncemi söylemeyeyim, hoşlarına gideyim” diyerek kişisel direnişinizi gerçekleştiremezsiniz. Hiçbir yere ait veya üye olmadan da başarılacak çok şey var. Bunu bizzat tecrübe ettiğim için rahatlıkla söylüyorum. Yani cadılık sadece ataerkil düzene karşı gelince değil hemcinslerinizde gördüğünüz yanlışları ifade ettiğinizde de yakanızı bırakmayan muhteşem bir sıfat. 

6) Bugünün Cadıları ve Kendini Aptal Hissetmek Üzerine

Kitabın son kısmında Chollet şahsi tecrübeleriyle söze giriyor. Ben bu “aptal hissetme/hissettirilmeyi” çok iyi bilen biriyim. 2010’da ipleri kopardığım,  sancılı geçen bir süreçten sonra 2014’te görüşmeyi tamamıyla kestiğim birinci derece akrabam beni hep böyle hissettirdi. Ne zaman ağzımı açsam saçmaladığımı söyledi, sinirlendi, öfkelendi. Asla sohbet edemezdim onunla. Zaten mahkeme kararı gereği haftada bir kez birkaç saatliğine görüşürdük o da niteliksiz bir şekilde geçerdi; çoğu kez ağlayarak ve özgüvenim her defasında daha çok zedelenmiş bir şekilde eve bırakılırdım. Çünkü illa onu sinirlendirecek bir söz etmiş, fazla cesur davranmış olurdum.

Azarlanmaların yanı sıra bir kez boğazım sıkıldı bir kez de yüzüme balgam yedim. Sorsanız sosyal demokrat idi ama ona göre en akıllı oydu, her şeyin en doğrusunu o bilirdi, siz ağzınızı açtığınızda öfkelenir kükrerdi çünkü yine çok aptalca bir laf etmiş olurdunuz. Büyüdüğümde güçlü bir kadın olmamı isterdi ama bunun için hiçbir şey yapmadığı gibi telkinleri ve davranışlarıyla sinen bir kadın olmama dair arzu duyduğunu düşündürürdü. Sadece sözlerime değil giyimime de karışırdı; beni hep hanım hanımcık kalıba sokmak isterdi (daha neler yaptı da konumuzun dışına çıkmamak için bu kadarıyla yetinelim). Chollet kitapta erkek egemen meslek alanlarında kendini aptal gibi hissettiğini söylüyor çünkü öyle hissettiriliyor.

Onu öyle iyi anlıyorum ki! İşin acısı bunu kadınlar da yapıyor hem de onların bunu yapma sebebi erkeklerinkinden daha üzücü. Erkekler sizi küçümsediğinden yapıyor, kadınlar ise sizi rakip olarak gördüğünden! Ne yazık ki böyle yaparak onlar ataerkil düzeni beslemekte erkeklerden geri kalmıyor. “Kimi elesem kârdır” diye düşünerek bu gidişat değiştirilemez aksine daha kötüleşir, bunu aklımızdan çıkarmayalım.

*

Yazımı bitirirken şunu söylemek isterim: çeviriyi tamamlayıp editörüme teslim ettiğimde yazarla hiç tanışmamama rağmen onunla çok güçlü bir bağ kurduğumu hissettim. Elbette katılmadığım bazı bölümler var kitapta ancak geneline baktığımda beni anlayan birinin olduğunu benzer deneyimleri başkalarının da yaşadığını görmek insanı iyi hissettiriyor. Kitapta değinilen her konuya bu yazıda yer vermedim sadece beni en çok çeken yönleri paylaştım. Umarım bu kitabı okursunuz. Ezberlerden kendinizi kurtardığınızda ve güvenli limandan açık denize açılma cesaretini gösterdiğinizde, kadın da olsanız erkek de, mutlaka cadılıktan siz de payınıza düşeni alacaksınız ve bunun nasıl iyi hissettirdiğini, sizi nasıl özgürleştirdiğini göreceksiniz.

Sevgilerimle.

Paylaş