Şehir hayatında komşuluk ilişkilerimizin ne kadar yozlaştığı ve aslında ne kadar köreldiğiyle ilgili çevrenizle hemfikir olduğunuz zamanlar oldu değil mi? Ancak geçtiğimiz yaz boyunca iki farklı köy ve bir yazlıkta vakit geçirme fırsatı bulunca sorunun kırsal yada şehirde olmaktan çok çağımızın getirdiği faktörlere dayalı olduğunu düşünmeye başladım. Yakın çevre ilişkilerimizde ne kadar masumuz? Yakın çevre; komşularımız, çevre esnaf, iş ortamı, akrabalarımız, çocuklarımızın okul çevresi…
Evet bu direk insan psikolojisi ama benim değinmek istediğim öbek öbek şekillenen davranışlarımız. Kopmaya yüz tutmuş yada tamamen kopmuş komşuluk ilişkilerimiz mesela. Şehir için sorunu belirlemek nispeten daha kolay; tempolu iş hayatı, asla yetmeyen vakit ve “başıma her an bir şey gelebilir” güvensizliği… peki ya köyler ve daha küçük kasabalarda durum neden kötü? En somut ifadeyle sınır ihlali! Bunun ardında sınırcılık kavramından öte daha başka bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Kıskançlık, kıyaslama, her an yan tarafındaki komşunla yarışma, en iyisi ben olayım bencilliği ve dahası.
Neden yapıyoruz bunu?
Cevabı hem çok basit hem çok karmaşık… Bildiğim bir şey var: bunu öyle veya böyle hepimiz yapıyoruz. Bir başka örneği kendimden vereyim. Geçtiğimiz günlerde oğlumun akranıyla ilgili annesiyle konuşurken üç yaş ergenliğiyle! Nasıl baş edemediklerini ve ne kadar zorlandıklarını anlattı. Konuşmanın başında “ah ah hepimiz aynı durumdayız” derken bir süre sonra duyduklarım karşısında ciddi bir üzüntü yaşadım. Tek yaptığım bu değildi. İçten içe böyle şeyler yaşamadığımız için ne kadar şanslı olduğumu geçiriyordum aklımdan. Ama farkettim ki aynı zamanda ince bir iç rahatlaması, “neyse ki biz değiliz bunu yaşayan” konforu sarmış etrafımı. Utandım. “Ben iyiysem dünyanın geri kalanı ne hali varsa görsün” demenin farklı bir versiyonu değil mi bu canım! Kendimden utandım ama yaşadığım bu his de sonuna kadar gerçekti.
Buradaki asıl tehlike bunu her konuda yapıyor olmamız olabilir mi? Kendime ait evim varsa artan kiralar umrumda olmasın, iyi bir muhitte yaşıyorsam sokakta katledilenler bir kulağımdan girsin öbüründen çıksın, gelirim yerindeyse tarlada günlerce sömürülen çiftçi aklıma bile gelmesin, ayaklarım ve dahası altımda araba varsa kaldırımlara park edilen araçlar normalim olsun. Hatta bunlarla gurur duyayım egom okşansın, popom kalksın. Kalkmasın! Şiddeti, bencilliği içselleştirmeyi kabul etmiyorum. Bunu kabul etmek; kendi etini yemek, vicdanını günden güne eritmek, kalbi taşlaştırmak! Bireysel çıkarlar üzerine hareket ederken toplum çıkarlarının aslında yine bireysel çıkarlara hizmet ettiğini unutmayalım. Bu cümleyi yazmak bile bencilce; sonuçta yine “benim çıkarlarıma…”
Etrafımızda olan her şey bize ve çocuklarımıza sirayet ediyor. Geçmiş zamanın alçak gönüllülüğü ve “benden önce sen” kavramı çoktan “önce ben”e evrilmiş bende bu döngünün içine devrilmişim. “İnsan doğası gereği böyle davranır” fikrinin ardına sığınıp kendimizi aklayabiliriz. Ya da sorgulayarak, üzerine düşünebilir, içimize sinmeyenleri iyileriyle değiştirebiliriz. Ben başladım. Bir süredir deniyorum ve kolay olduğunu söyleyemem ama her şey daha güzel!
Kaynak Fotoğraf: James Orr