Pretend It’s A City: Sarkastik Bir New York Hikayesi

pretend it's a city poster

Pandemi yüzünden değil New York, Kadıköy’ü bile özlerken ve tabii ki Netflix’in altını üstüne getirdiğimizden en son ‘Ne izlesek?’ derken karşımıza Pretend It’s A City çıktı.

Eski dostlar yönetmen Martin Scorsese ve mizah yazarı Fran Lebowitz bu 7 bölümlük belgesel serisini oluşturmak için bir araya gelmiş. Pretend It’s A City, Lebowitz’in New York’ta geçen anılarını, insanlara –sadece turistlere de değil- yönelik eleştirilerini oturup Scorsese’ye anlatmasından ibaret. Tabii ki içinde filmlerden, röportajlardan, etkinliklerden ve bol bol şehir hayatından kesitler mevcut. Ve her bölümün ulaşım, para ve sanat gibi farklı bir odak noktası var.

Yani özellikle New York’u seven biriyseniz ya da bir gün gitmenin hayalini kuruyorsanız, 70 yaşında oldukça huysuz ama çok komik olan Lebowitz size gerçek bir New Yorker olarak bazı tavsiyelerde bulunabilir.  Mesela New Yorkluların Times Meydanı’ndan tiksindiğini öğreneceksiniz ama tabii ki siz turistseniz mutlaka oraya gideceksiniz…

Pretend It’s A City – Fragman

Yalnız Pretend It’s A City o meşhur ‘Ya seversin ya nefret edersin’ kategorisine giriyor. Mizah anlayışınıza çok bağlı yani. Ayrıca çok sevseniz de öyle bir gecede tüm bölümleri peş peşe izleyeceğiniz türden değil.

Ben bu seriyi çok sevdim. Hem New York’u sevdiğim için hem farklı bir anlatı sunduğu için Pretend It’s A City bana hitap etti diyebilirim. Ama asıl ilgimi çeken şey, neden şu anda yeni yapımlarda; yaşlı, huysuz birilerinin şikayetlerini, eleştirilerini ve çok da neşe saçmayan söylemlerini görüyoruz?

Çünkü bir diğer örnek, aktör, müzisyen ve sanatçı John Lurie’nin HBO’da yayınlanmaya başlayan ‘Painting With John’.

Tıpkı Lebowitz gibi, Lurie de bol bol bir şeylerden şikayet ediyor, televizyonda herkese resim yapmayı öğretmeyi kendine vazife edinmiş Bob Ross’un tam tersi bir imaj çiziyor. Hatta ‘Ross hatalıydı, herkes resim yapamaz’ diyerek gerçekçiliğin dibine vuruyor.

Painting With John – Fragman

Painting With John adında her ne kadar resim yapma sözcüğü geçse de, oturup izleyerek resim yapmayı öğreneceğiniz bir program değil. Ama Lurie’nin New York yıllarını –Pretend It’s A City ile başka bir ortak özellik- dinleyebileceğiniz, yaratıcı birinin hikayelerine tanık olacağınız, muhteşem suluboya resimler, yakın plan çekimlerle tatmin olacağınız ve daha da iyisi etrafın yemyeşil ve huzurlu olduğu şu an bir sanat atölyesine dönüşmüş olan ve Lurie’nin evim dediği ismini bilmediğimiz bir Karayip adasını seyredeceksiniz.

En başta televizyon programı olarak kurgulanmamış hatta sadece Lurie’nin insanlara biraz moral vermek için kısa videolar çekmesiyle başlayan Painting With John, sanatçının hayata dair öğrendiklerini paylaştığı, eğlenceli bir mini seri. Özellikle resme merakı olanlar veya Lurie’nin anılarını dinlemek isteyenler göz atabilir.

Artık televizyonda herkesin resim yapabileceğini iddia eden bir Bob Ross yok ve aşırı pozitif ve zoraki gülümsemelerle dolu programlar yerini huysuz ihtiyarlara bırakıyor. Tamamen bırakmasa da böyle bir alternatif sunuyorlar artık diyelim. Sanırım ben bu formatı sevdim. Muhtemelen –eğer yaşarsam- ileride onlardan birine dönüşeceğim için…

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Bambaşka Bir Romantik Komedi: Modern Love

SOUL: Yetişkinler İçin Bir Animasyon Önerisi

Ne izlesek? Kadınların Başrolde Olduğu Dizi Önerileri

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.